Türkiye denildiğinde akla gelen belki de ilk şehir, İstanbul. Tarihi, günümüz yapısı ve imkanlarıyla yıllarca adından söz ettiren yerli ve yabancısıyla insanı bol şehrimiz. Birilerine İstanbul’u sorsak öve öve bitiremez muhtemelen. Peki ya bir İstanbullu’ya bunu sorsak?
İstanbul’un birçok alanı tarihin izlerini taşımaya devam ediyor. Bugün olduğu gibi geçmişte de coğrafi konumu gereği büyük rol üstlenmiş. Ticaretin en yoğun yaşandığı ve olanakların neredeyse tamamının yer aldığı bir mega kent. Günümüz İstanbul’una kabaca bir göz atalım.
Bana kalırsa bir kenti popüler yapan şey her zaman olumlu yönleri olmayabilir. Keza İstanbul sevilen yönlerinin yanı sıra sevilmeyen yönleriyle de popüler. “Sevilmeyen” dediğimde hepimizin aklına ilk gelen şey trafiktir muhtemelen. Hani bir laf vardır ya “Nerede çokluk, orada …”. Neyse… Sadece araçların değil yayaların bile yürümekte zorlandığı sokaklar ve yolları göz önüne alırsak oturup bir köşede gerçekten düşünmek lazım: “Neden buradayım? Ne için çabalıyorum? Hedeflediğim yaşantı bu mu?”.
Hepimiz bulunduğumuz yaşın ve dönemin tekrarını bir daha yaşayamayacağız. Hayatımızın her anının bu yüzden ayrı bir önemi var. Peki tüm bu değerli vakti İstanbul gibi kendi insanını bile yabancılaştıran bir şehrin her karışını sizinle paylaşan yüzlerce insanın arasında kaybetmeye değer mi? Alışılagelmiş duygulardan farklı olarak neden İstanbul’u sevmeyeceğinizden biraz bahsedeyim.
- Kalabalık — İstanbul’un en büyük sorunu bu, kalabalık. Ticari amaçlarda kabalık bir yapı göz alıcı görünse de buranın yer yer bir savaş alanından farkı kalmıyor. Sadece İstanbul içinde bile sakinlikte 15 dakikada gidilebilecek bir yolu 3 saatte gitmenizi gerektiren durumlar olabiliyor. Üstelik bunu ne trenler, vapurlar ne de metrobüsler çözebiliyor. Size sunulan şey şu: “Konforlu ve izole bir yolculuk istiyorsan arabana bin ve saatlerini de harcayarak hedefine ulaş ya da bulabildiğin her nefes boşluğuna kendini tıkıştır ve normal zamanında hedefine toplu taşıma ile var. Ama bunun için sana ızdırap yaşatmam gerek. Bir bayansan bir tık daha ötesi”. Bariz şekilde günlük rutinin kalabalık yüzünden bu hale geldiği ve her seyahatin bir noktasında kavgaların, sapıklıklıkların döndüğü bir yaşantıyı tercih etmek çok anlamsız.
- Görünen söylenenden uzak — İstanbul’un görselleri şehrin en güzel ve çoğu zaman zenginlerin bulunduğu sakinlikte yerleşim alanlarından tercih ediliyor. İstanbul’un detayına indiğinde güzellikten ziyade yerleşimin son derece berbat olduğunu da görebilirsin. Örneğin mahalle arası yollar bile belediyenin kontrolünü sağlayamayacağı hızda sürekli bozuluyor. Çünkü o yol bazen otoban trafiğine sahip olabiliyor. Kimi zaman belediyeler trafik sorunu oluşturmamak adına sokak çalışmalarını üstün körü kapatıp bitirmek zorunda kalıyor. Yani bir çalışmanın izlerini kapatmak oldukça zaman alıyor.
- Kim araç, kim yaya? — İstanbul’un birçok alanında güzergahın bir araca mı yoksa yayaya mı ait olduğunu anlamak zor. Sözde araç tabelası bulunan yolları yayalar, yayalara ait kısımda ise taksicileri görebiliyorsun. Bu sitenin diğer yazılarına göz attıysan bir motosiklet sürücüsü olduğumu anlamışsındır. İstanbul’da özellikle Avrupa yakasında motosikleti bile park edecek bir yer bulmak için bazen esnaflarla takışman gerekebiliyor. Ya dükkanlarının önünü sahiplenmişler ya da motosikleti koyacak bir yer bile yok. Kucaklayıp ya da ite-kaka bir köşeye sokuşturursan o ayrı.
- Yabancılar — Özellikle Avrupa yakası sana Türk’lüğünü unutturabilecek cinsten. Ticari kafalar bu ülkenin vatandaşı olan bizlere değil cebinde dolar/euro gezdirenlere hizmet ediyor. Bunu popüler bir mekana gittiğinde anlayabilirsin. Benzer durum ne yazık ki turist ağırlıklı her yer, her il için geçerli. “Parayı görünce vatandaşımızı bile satabiliriz.” demek oluyor heralde bu da.
- Pislik — O kadar kalabalıktan bahsederken İstanbul gibi bir şehrin temiz kalması beklenebilir mi? Elbette hayır. Bu şehrin binlerce sokağı, sahil kenarları ve çarşı göbekleri çöp ve kokudan muzdarip. Çünkü buna yetişebilecek bir alt yapı henüz yok. İnsanlar az kirli olan yerleri temiz olarak kabullenmeye başlamış bile. Hele ki parklar, mesire alanları bazen savaş görmüş gibi. Özellikle Avrupa yakası Türkiye’nin Pakistan’ını yaşıyor.
- Pahalılık — Talebin fazla olduğu yerde mâkul fiyatları bulmak da pek mümkün değil. Ülke geneline yansıyacak ilk zamları herhalde önce İstanbul yaşıyordur. Burası zamları test etme laboratuvarı gibi. Bir tepki gelirse İstanbullu’nun tavrına göre adım atılıyor. Bir yerde İstanbullu’nun sözü diğerlerine göre daha çok geçiyor. Pahalılık sadece zamlarla ilgili de değil. Turistin bol olduğu ortamda esnaf zihniyeti “İlla ki veren çıkar.” mantığında fiyatını kabartmaktan da geri durmuyor. Tavuk pilavla aran iyiyse burada karnını en uygun şekilde doyurabileceğin öğünler genelde bunlar oluyor. Ama bunun bile pahalısını yapmışlar, aman karıştırma.
- Tehlike hiç dinmiyor — Her türden insanın bulunduğu bir yaşantıda akşam haberlerinde o şehri görmemek pek de mümkün değil. İstanbul birçok bölgesinde tehlike oluşturabilecek zihniyetlere ev sahipliği yapıyor. Emin ol lüks görünen yerlerde bile güvende değilsin. Hele ki İstanbul’un taze ziyaretçilerinden misin? Yanına sağlam bir rehber almayı dene ve gözlerini dört aç. Keza taze ziyaretçileri avı olarak gören kesimin radarına girebilirsin.
İstanbul sanki kendi çapında bir millet karmaşası yaşamış ve neredeyse bir ülke olmak isterken Türkiye’ye sıkışmış gibi duruyor. Bence bir “Türk” kavramına yakışmıyor ve diğer ülkelerde tanınmış Türk kültüründen de oldukça uzak. Sadece süslü görünüyor ya da süslü gösteriliyor. Bir turistin bile hayatının bir bölümünü İstanbul’da geçirmeyerek kazanabileceği birçok şeyin olduğunu düşünüyorum. Tamamıyla vakit kaybı.
Bu evrenin keşfetmeye değer birçok şeyi var. Keşfedilmiş olanla vaktini harcama.
En şanslılarımız İstanbul’a bağımlı olmayanlarımız.
Bir yanıt yazın