“Pardon, ruhsatı almayı unutmuşuz”: Apart Günlükleri #1

Bu yazıda Apart Günlükleri serisinin ilk yazısına yer veriyoruz ve İstanbul’da aparta yerleşmenin ilk deneyimini kaleme alıyoruz.


Ömrünün 11 yılını apartlarda geçirmiş biri olarak bu 11 yılın deneyimini kaleme almanın mantıklı olabileceğini düşündüm. Elbette her bir anıyı tek bir yazıya sığdırmam zor olabilirdi. Bu yüzden apart deneyimimi bu site üzerinde “Apart Günlükleri” başlığı altında ve seri halinde görebilirsin. Apart günlüklerinin ilkinden başlayalım.

Apart deneyimim askerlik öncesine uzanıyor olsa da bu serinin içerikleri askerlik sonrası deneyimimi baz alıyor. İstanbul’a ilk yerleştiğimde tamamen yabancı olduğum bir ortama adım atmak üzereydim. Zaman zaman arkadaşlarımla ziyaretler yapmış olsam da bir İstanbullu olmak çok daha başka bir olaydı. Haliyle tek kişilik bir aile olarak işime gel-git’imi rahatlıkla yapabileceğim bir ev ayarlamalıydım. Hedefim belliydi: kaybolmamak.

Navigasyon uygulamaları İstanbul’da oldukça kusursuz çalışıyor. Hele ki ulaşım konusunda tecrübesi olmayanlar için paha biçilmez bir teknoloji. Ulaşmak istediğim birçok yere başlarda navigasyonla gidiyordum. Daha sonra fark ettim ki İstanbul’un yerli insanı bile bir yere gitmek için bu navigasyonu kullanıyor. O dönem navigasyonu hiç bırakamayacağımı düşünürek kendimi kasmamaya karar vermiştim.

İlk hedefim bir ev bulmaktı; fakat önemli bir nokta vardı, burası İstanbul. Üstelik tek kişi için bir eve çıkmak neredeyse bir hayalden ibaretti. Çünkü İstanbul’daki kazancımı doğrudan bir ev kirasına ayıracak zenginlikte değildim. Haliyle ev tutmaya alternatif şeylere yoğunlaştım. İlk etapta öğrenci yurtlarını araştırdım, fakat öğrenci olmayanlar bu yurtlara alınmıyordu. Alınmak için de öğrenci olma niyetim yoktu. Daha sonra evinde oda kiralayanların ilanlarına göz attım. Bunlar da tanımadığım çevreden oluşunca çok şüphede kaldım. Üstelik kirada olup odasını kiralayanların egosu ev sahiplerinden de öteydi. Haliyle bu taraftaki çabalarımdan sonuç alamadım.

Bir süre iş yerinin bir bölümünde kaldım. Kişisel ihtiyaçlarımı karşılamak üzere haftada bir Kocaeli’ye akraba ziyaretlerimde bulundum. Daha sonra önerilerle apart seçeneklerine yoğunlaştım.

Apart sistemi İstanbul’da o dönemlerde oldukça yaygındı. Bu yazıyı yazdığım dönem itibariyle halen daha bu işi yürüten yerleri bulmak mümkün. Apartların olayı daha kısıtlı alanlarda daha kişisel imkanlar sunabilmesiydi. Birkaç apart ilanıyla görüşme yaptım. Bazıları eski ilandı ve yerinde bile yoktu. Bazıları da ilanda belirtilenin çok daha altında bir kalitede olan odaları sunuyordu. Araştırma lokasyonunu genişlettiğimde radarıma daha çok apart ilanı takıldı ve Ümraniye’de bir yer buldum. Girişinde apart olduğuna dair hiçbir tabela olmasa da düzensizlik beni epey yormuştu ve bir an önce kendi yatağım olsun istiyordum. Haliyle tek kişi kalmanın da farkını ödeyerek bir oda ayarlayabildim.

Oda gördüğüm birçok apart ilanındakine benzer şekilde çok küçüktü ve tek bir yatak, aynı odada bulunan lavabo/duştan ibaretti. Apart dışında sürünmeyi baz alınca burada kalmayı çok yadırgamadım. İstanbul’daki ilk apart deneyimim bu şekilde başlamış oldu.

Apart için bir aidat sistemi yoktu. Kiraya dahil olarak fatura ve internet gibi ihtiyaçlarda karşılanıyordu. Yani tek bir rakam içinde her şey vardı. Bana düşen temizlik, yemek ve alışverişlerimdi. İlk birkaç ayımı apartla geçirdiğimde fark ettim ki her ayın sonu sıfıra sıfır kalıyordum. Yani apartta kalmak ve ihtiyaçların birçoğunu dışarıdan gidermek ev şartlarındaki gibi bir tasarruf sağlayamıyordu. Haliyle bu durum bende “Hayatta kalmak için çalışıyorum.” gibi bir mantığa çıkıyordu. Daha sonra bu harcamalarımı biraz daha dikkate aldım ve iyi/kötü cebimde belirli tutarlar bırakabilir oldum.

Bir akşam vakti iş dönüşümde günlük rutinimde olduğu gibi aparta gelirken bulunduğum kata çıkan asansörde bir mühür gördüm. Benle birlikte birkaç kişi daha asansör önünde çantalarıyla bekliyordu. Olayı henüz anlamadan telefonuma yönelmiştim ve birkaç saat önce atılmış bir mesajı gördüm. Apartın sözde yönetimi ruhsatını almadığı için belediye ekipleri tarafından aparta kapatma kararı çıkartılmış. Yönetime tanınan süre de aşıldığından apart girişi mühürlenmiş. Mesajın devamında ise odaları 1 gün içinde terk etmemiz söyleniyordu. Yani birnevi kovulmak gibi.

Son 24 saatlik kısımda apartla ilgilenen hiç kimse ofisine gelmemişti. Sanki kaçmışlardı. Telefonlara dönüş de alamıyorduk. Bir sonraki günün sabahı akşama kadar vaktimiz vardı. Eşyalarımın bir kısmını topladığımda gün içinde sürekli yetkililere ulaşamaya çalışıyordum. Çünkü kirayı ödemiştim ve neredeyse 20 günlük bir hakkım vardı. Şanslıydım ki geri dönüş aldım ve o gün içinde tanıdıkları olan bir apart sahibine yönlendirildim. Kalan günlerimi orada geçirip istersem oranın aylık kira fiyatıyla kalmaya devam edebilecektim. Bu arada 20 günün iadesini alma gibi bir opsiyon bana tanınmamıştı çünkü ödeme istersem aylar sonraya uygun olacaklarını söylemişlerdi. Yani pek bir seçeneğim olmadan yeni aparta yerleşmek zorunda kaldım. Eski yerin anahtarını bile teslim edecek birilerini bulamamıştım.

Yeni apartın deneyimi serinin bir sonraki yazısında olacak. Fakat bu yazı özelinde bakarsak apart sistemlerinin birçoğu gayrı-resmi şekilde işliyor. Başıma bu durum geldiğinde araştırdım ki bu şekilde kapanan çok fazla yer olmuş. İnsanlar belirli iş hanları, depolar, bodrumlar ve ardiye odaları gibi yapıları alçıpanla bölerek odavâri yaşam alanları oluşturmuş. Tabi bunlara yaşam alanı demek ne kadar doğruysa.

İstanbul kabalık yapısından ötürü zaten tıklım tıklım bir şehir. Bu apart deneyimi ile görmüş olduk ki konaklamamız gereken yerler de bundan nasibini almış. Sanırım İstanbul’da her anlamda ‘daralmak’ bir yaşam prensibi.

Önerilen Yazı

İstanbul’un ‘daralma’ özelliğinin de ötesinde kaleme aldığımız bir içeriğimiz de var. İstanbul’a meraklıysan merakın fazla kabarmadan bu içeriğe de göz atmak isteyebilirsin.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir