Askerlik sonrası sağlam bir işe temel atmak şart oldu. İşler rayında gitmeli ki hayatımın bir düzeni olsun, evlilik adımı atmadan önce ayaklarımın üzerinde kalabileyim. Bu masum düşüncelerle hayatımı bir plan içine sokmaya çalışırken atladığım çok önemli bir konu vardı: İstanbul’da yaşıyordum.
Önerilen Yazı
Askerlikle ilgili bir şeyleri karaladığım yazımı okumadıysan seni şöyle alayım.
İstanbul gibi -benim gözümde- illet bir şehirde yaşamanın binbir çeşit zorluğu bulunuyor. Kalabalık, trafik, toplu taşıma, pislik, zihniyet… Saymakla bitmeyecek birçok konuda İstanbul’un eksilerini konuşmak hiç de zor değil. İnsan burada hayal bile kuramıyor. Peki ya neden buradayım? Buradaki birçok insan gibi benim de sebebim benzer tabi: iş hayatı.
Her şey bir çift bisikletle başladı
Eşimle hem kalabalıktan uzak olmak, hem de sakinliği keşfettiğimiz zamanlarda eğlenerek vakit geçirmek adına ikişer bisiklet aldık. En azından belirli mesafeleri bu şekilde gidersek insanların tantanasına her gün maruz kalmayacağımızı düşünüyorduk. Aslında bir nebze istediğimiz gibi de olmuştu. Başta eğlenceli görünen bu aktivite bir yerden sonra iş tempomuzun yanında bizi çok yormaya başlamıştı. Haliyle bisiklete alternatif çözümler düşünmeye başladık.
Sahibinden üzerinde bir gün bir ilana denk geldim. Renault marka elektrikli scooter satan biriyle görüştüm ve anlaşıp görüşme ayarladım. Hani şu Alper Öktem’in kiralık Martı’larından. Biraz daha gösterişlisi diyelim. Kapalı kutu halinde Marmaray ile ürünü teslim aldım ve hiç denemeden eve geldim. Bu, evlilik sürecinde aldığımız ilk ‘araçcık’ olabilir. Katlanabiliyor olmasının büyük avantajıyla birkaç ay eşimle bizi idare edebilmişti. 2 kişiyi kaldırabilse de işin özünde bu bir araç değildi. Yani sadece yürüme mesafelerimizde işe yarıyordu. Hal böyle olunca asıl ihtiyacımızın bu olmadığına karar verdik ve motosikletlere bakmaya başladık.
Daha önce hiç motosiklet kullanmamıştım. Ama öğrenebileceğimden emindim, çünkü trafik tecrübem vardı ve araba da kullanıyordum. Yine Sahibinden üzerinden ilanlara göz gezdirmeye başladık ve eşimin çok beğendiği İtalyan görünümlü Arora Cappucino 50’ye baktık. Bu, bizim günlük hayatımızda sık sık denk geldiğimiz motosikletlerden biriydi. Kafamızda renk seçimini de belirledik ve ilan sahiplerine yazmaya başladık. Sıfır almayı da çok düşündük fakat aradaki 15 bine yakın fiyat farkını ödemek istemedik. 0 km ve hiç kullanılmamış bir garaj ürünü satan biriyle anlaştık ve çok geçmeden noter işlemlerini hallettik. Teslim aldığımız gün test sürüşü yapmış olsak da başta biraz bocalamadık da değil. Örneğin kaskımız yoktu ve ilk işimiz kask almak oldu. Kask alana kadar da polislerden kaçmaya başladık. Evet, daha ilk saatlerden yersiz bir aksiyona girdik.
Eşimin olmadığı zamanlarda motosikleti sık sık kullanarak kısa sürede alıştım. İlk yakıtımızı ve periyodik bakımlarını da yapmaya başladık. Epey de hevesliyiz. Özellikle eşimin gözlerinin parıtılsı beni en çok mutlu eden şeydi. Gezmeyi seviyor hanımefendi, n’apalım. 💖
Cappucino’nun sorunları başladı
Cappucino ile her şey yolunda gibiyken daha 1’inci ayını doldurmaya yakın bazı sorunlar oluşmaya başladı. İlk motosikletimiz olduğu için bunların birçoğunu fark edemedik. Örneğin sürekli vidaları düşüyordu. Düşenlerin boş yerlerini de tam anımsayamıyorduk, acaba bburada vida var mıydı diye. Bir de düştükleri için yerine takamıyorduk da. Vidaların düştüğünü sorunlar baş gösterdikten sonra fark ettik. Bu sorunların en büyüğü egzozumuzun kırılmasıydı. E5 üzerinde seyir halindeyken bir gün epey gürültülü bir sesle kenara çektik. Bayağı egzoz kırılmış, kopmuştu ve yerde sürükleniyordu. Tam tarif edemeyeceğim, siz görselden bakın.
Egzozun kırılması pek hafife alınacak bir durum değildi ve yolda ne yapacağımızı da bilemedik. Bizi fark eden park halindeki bir kamyoncu yanımıza yanaştı ve kamyonundan getirdiği alet edevat ile egzozu yerine sabitledi. Ama bu bir şeyi çözmüyordu, çünkü egzoz hala kopuktu. Sesi değişen motosikletimizle eşimi ilk Marmaray istasyonunda bıraktım ve yetkili servise yöneldim. O da kalan yolu trenle devam etti. Üzülmüştüm, çünkü en çok onun için almıştık motosikleti.
Motosiklet servislerine çok ayrı bir parantez açmam gerekiyor, bu konuya şimdi burada girmeyeceğim. Yetkili servis egzoza kaynak attı ve vidanın yerini de doldurdu. Tabi egzoz vidasından kaynaklı oluşan bu sorunu ben bu yazıyı yazdığım dönemde tecrübe ettiğim için vurgulayabiliyorum. O dönemde sorunun tam olarak ne olduğunu anlamamıştık. Servis de sorun hakkında hiç bilgilendirme yapmıyordu. Sorduğumuzda ise kelimelik yanıtlar alıyorduk. Yani servis sürecinden hiç memnun değildik.
Egzoz değişiminden sonra 1 ayı bulmadan 2’nci bir vaka daha patlak verdi. Egzoz yine kırılmıştı. Çektiğim resimlere göre baktığımda vida yine düşmüştü. Vidanın sürekli düşmesi bizi epey zora sokuyordu. Genelde yağışlı havalarda düşüyordu. Servise tekrar bildirdiğimde yeniden kaynak atılamayabilir denmişti. Bu yüzden öncelikli olarak egzozun değişmesi gerektiği söylendi. Yani olayı burada biraz toparlayayım. 3-4 aylık bir motosiklet, 2 kez egzozunda sorun yaşıyor, vidaları düşüyor, 1 kez bakım sonrası siyah duman çıkararak istop ediyor, hatta park halindeyken sol marşpiyel parçası çalınıyor. Evet, bize göre çalınmış olmalı çünkü vidaların olayıyla sürekli kontrol eder olmuştuk. Sürüş esnasında düşse fark ederdik. Tabi servis her işlemine işçiliği de kattığı için parçayı biz tedarik etmiştik ve taktırdık. Egzoza geri dönelim.
Servis bu kez egzoz için bizi 1,5-2 ay bekletti ve 12.000 TL’lik bir masraf çıkardı. Bilmeyenler için bir parantez atalım: motosikletlerle garanti diye bir şey yok. Çatır çatır bedeli sizden alıyorlar. Çıkan fiyata yeniden bakacak olursak bir sürpsiz daha vardı. Egzozun yanında motosikletin blok kapağının da kırıldığını öğrendik. Motosikletin arka kısmı neredeyse motora oturmuştu. Yani fark etmeden ya ırzına geçmiştik motosikletin ya da lanetlenmiştik. Zor bela ilgisiz servisle egzozu yeniden kaynakla kurtardık. Fakat kırılan blok parçası değiştirilmişti. Paranın da bir kısmını iade aldık. Artık her sürüşümüzde gözümüz hep egzozdaydı. Bir yandan da iki kişi binmenin etkisi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çünkü tüm sorunlar iki kişi binildiğinde yaşanmıştı. Öyle bile olsa bu motosiklet neden 2 kişilik üretilmiş?
Bir akşamüstü vakti, yeni başlamış yağmurda eşimi trenden almaya gidiyordum. Önüme aniden direksiyonunu kıran bir servis aracı nedeniyle rampa aşağı motosikletimle kaydım ve yere yıkılmıştım. Kimsenin umrunda olmadığı bir kalabalığın önünde zor bela toparlanıp eşimi almaya doğru deevam ettim. Fark ettiğim kadarıyla motosikletimde bir sorun yoktu. Ama çizilmiş olabileceğini tahmin edebiliyordum. Dizlerimin kanadığını ve pantolonumun yırtıldığını da eşimin yanında fark etmiştim. Motosiklette çiziklerin dışında başka bir şey yoktu. Hemen eve geçtim ve ağrılarım artmıştı. Pansuman yapıp 1 hafta çok zor yürüyebildiğimden işe gidememiştim. İlk kazamla tam bir motorcu olmuştum.
Kaza olayıyla birlikte henüz daha başlangıç aylarında olan bir motosikletin başına türlü türlü sorunların gelmesi bazen pişman etmedi değil. Motosikleti aldığımız fiyatın üstünde masraflar etmiş olmalıyız muhtemelen.
Biraz macera aradık ve bedelini ödedik
Motosikletin sorunlarını belirli ölçüde çözüp işleri rayına koyduktan sonra yaklaşık 2 ay binemediğimiz motosiklet için bir yakınımızdan öneri aldık. Tanıdığı bir motorcunun modeli yükseltebildiğini ve motosikletin daha performanslı olacağını öğrendik. Başta bana pek mümküm gelmese belki doğrudur deyip motorcuyla görüştük. 80 cc olan motorun 150 cc’ye çevrilmesi olayımız. Yani eşi, benzeri görülmemiş bir şey deniyoruz. Motosikleti teslim ettik ve masrafları görüşüp ödemeyi de yaptık.
İlk 1-2 hafta motosiklete hiç dokunulmadı. Gerekçe, halihazırda ustanın elinde bulunan işlerin bitmesini bekledik. 2 haftayı bulan süreçte durumu yoklamak amacıyla yazdık ve yine ertelenen bir tarihle henüz başlanmadığını öğrendik. Bir şeylerin deneneceği ve hedeflenen işin zaman alınacağının farkındaydık fakat 3 hafa net şekilde boşa geçmişti. Yaklaşık 1 ayı aşan bir süreçte motosikletin durumuyla ilgili geribildirimler almaya başladık. Bir ses kaydında “Senin motoru tornaya aldık, söküyoruz.”, başka bir hafta “Tornoda işlemi devam ediyor.”, bir başka hafta “Bir parça bekliyoruz, deniyoruz.”, sonu gelmeyen şeyler. İşin garip tarafı tüm bu adımlar hafta hafta anca ilerleyebiliyordu. Motosiklet bir noktadan sonra test aracına dönmüştü. Doktorların eğitim zamanlarında kadavraları incelemesi gibi.
Motosiklet sürecinde ustaya hiç baskı yapmadık. İşinde rahat olsun ve sakin çalışabilsin diye. Ama en büyük hatamız bu olmuş çünkü teslim ettiğimizden beri 3 aydır motosiklet çoğunlukla bir köşede beklemiş dükkan içinde. Arada yığınla motorun işi görüşmüş. Hal böyle olunca artık işleri ciddiyete almak için dükkana baskınlar yapmaya, tepki koymaya başladık. Bunlar da çok işe yaramamış olsa gerek ki motosikletle ilgili hiçbir netice alamadık. İşin en sonu bize “Bu motoisklet 150 cc olmuyor, kaldırmıyor. 125 cc deneyelim, olmazsa 100 cc yapalım.” şeklinde aktarıldı. 3 ayın sonunda geldiğimiz noktayla epey sinirlendik. Zaten 150 cc gibi bir hedefimiz artık kalmamıştı. Motosikletin durumundan endişe ediyorduk ve amacımız malı kurtarmak olmuştu.
Süreç zaman geçtikçe daha gergin bir hal almıştı ve biz motosikleti teslim almak istiyorduk. Zor bela motosikleti toplattırdık ve teslim almaya gittik.
Ustanın elinde ırzına geçilen Cappucino
Motosikleti teslim almaya gittiğimiz gün bizi sürprizler bekliyordu. Tabi bunlardan habersiz şekilde hevesle ustanın dükkanına gittik. Şimdi burayı sıralıyorum: motosikletin sağ arkçı ayağı yok (kırmışlar), takılması için teslim günü (4 ay önce) verdiğim ışıklı plaka kaybolmuş, egzoz koruma kapağı çatlamış, grenajların birçoğu çizilmiş ve akü kapağı kaybolmuş. 30 yaşımın en büyük şoku bu olsa gerek, teslim alabilmemiz için önümüze sunulan motosiklette bırakın yükseltme tam tersine eksilmeler vardı. Yani biz para karşılığı malımızdan olmak üzereymişiz. Sağlam bir isyanla duruma tepki gösterdik. Usta da durumun farkında olsa gerek, teslim alacağımız gün dükkanında değildi. Tabi biz bu haliyle teslim almadık.
Yaklaşık 5 aya ulaşan süreçle tüm derdimiz zarar gören tüm parçaların temin edilmesi olmuştu. Motor aksanıyla da ilgili birkaç sorunu da bu süreç içinde hallettirdik ve ödememizin bir kısmını iade aldık. Kargodaki parçaları bekledik ve motosiklet sürülebilir bir hale geldiğinde teslim aldık. Ama halen daha kargoda olan parçalarını bekledik.
Finalde motosiklet konusunda sağlam tectrübeler edindik. Bir kere usta kılıklı bu işten anlamayan ya da işinde iyi olmayan birçok işletme mevcut. Üstelik yetkili servislerin de diğerlerinden hiçbir farkı yok. Evrak işi yürütmeleri onları iyi bir kefeye koyamıyor. Usta zihniyetleri hepsinde aynı. Şimdi Cappucino serüvenini özetleyip bazı notlara yer verelim.
- Arora Cappucino 50, başlangıç için güzel fakat pahalı olan modellerden. Dolayısıyla ilk motosiket alacak kişilerde bütçeyi bu kadar kasmaya gerek yok. Önerim 20-30 bin TL daha altında olup benzer performansı sunan scooterla başlamak. Zaten tecrüe kazandıkça modeli yükseltme isteğiniz oluşacak.
- Sırf görüntüsü güzel diye motosiklet seçimi çok yanlış. Oluşturduğu kronik arızalar, kullanıcı yorumları ve deneyim videoları gibi birçok şeyi araştırmak en doğrusu. Motosiklet forumlarında seçimlerle ilgili deneyimli çok fazla kişi mevcut.
- Sıfır alma konusunda diretmenize gerek yok. Hangi model olursa olsun, temiz bakıldığına emin olduğunuz her modeli ikinci el olarak alabilirsiniz. Sonuçta sıfır modelin ne garantiyle ne de servisiyle bir işi var.
- Motosikletler hakkında kısa sürede bilgilenmeye çalışın. Araştırın ve çevrenizdeki deneyimi olanlardan bir şeyler koparın. Çünkü çoğu zaman motosikletinizin sorunlarıyla başbaşasınız ve sorunların ne olduğuyla alakalı olarak bilgi sahibi olmanız gerekiyor. Servislere güvenmeyin çünkü doğru tanıyı koyamıyorlar.
- Bakımları periyoduna göre yaptırmak sizin tercihiniz. Fakat en bunun çok fazla etkisini görmedim. Her gün aktif kullanmama ve bakımlarını sürekli yaptırmama rağmen çeşitli sorunlar yaratabiliyordu. Yani bakım olayı daha çok ihtiyaç halinde yapılmalı.
- Yetkili servisler tamamen hikaye, yaklaşık 4 farklı yetkili servisten hizmet aldım ve hepsinin sorunları aynıydı. Güvendiğiniz ve işinde iyi olan bir ustaya emanet etmeye çalışın. Ben henüz böyle bir usta bulamadım. Eğer İstanbul-Kocaeli istikametinde bulursanız bana da numarasını verin. 😐
- Ustalarda şöyle bir durum da var. Skötükleri şeyleri takmayı unutuyorlar. Örneğin teslim almaya gittiğim bir gün koltuk monte edilmemişti. Vidalar içine atılmıştı. Grenaj vidaları kaybolmuştu ve grenajların birçoğunda birleştirme klemplerinin dişleri kırılmıştı. Vida sökülen yerlerde grenajlarda çizikler oluşuyor ve ustalar sökerken bunları önemsemiyor. Bu niye önemli? Eğer olması gereken parçalar eksikse ya da yerine oturmuyorsa sürüş sırasında herbir kısmın ayrı cızırtısını duyuyorsun. Bu kez görüntüsü havalı dediğin motosiklet hurda sesleri çıkartıyor.
- Ustalara teslim etmeniz gerektiğinde kendinizin eklediği şeyler varsa bunları mümkün mertebe söküp teslim edin. Ekstra ışık, sele koruma kılıfı, telefon tutacakları, ek bagaj vs. Çünkü bunların da ırzına geçiyorlar. En iyi haliyle hepsi yağ içinde oluyor.
- Arora firması piyasaya sürdükten sonra hiçbir motoruyla ilgilenmiyor. Yani yetkili servisle çözemediğiniz sorunları firmayla çözerim diye hiç düşünmeyin. Mesajlarınıza dönmüyorlar bile.
- Hep eksilere yer vermeyelim. Arora Cappucino 50 şu anda 100 cc şeklinde ve uzun bir süredir bir sorun çıkarmıyor. Yakıt konusunda aşırı cimri ve tek depo her gün aktif kullanımla 1 haftayı rahat çıkartıyor. Günlük 40 km yol alıyoruz sürekli, bu bağlamda yakıt bize 5 gün gidiyor tek depoda. Siz hesabını yapın. Şu anda iki kişi kullanımıyla da sorun yaratmıyor. En azından egzoz yerinde.
- Uzun yol denemedik, fakat Cappucino İstanbul, Üsküdar istikametinden Kocaeli, Kartepe istikametinde rahatlıkla E5 üzerinden yol yapabiliyor. Bu sürüşü eşimle birkaç ayda 1 deniyoruz. Maşallah diyelim.
- Hangi model motiskletiniz olursa olsun parçalarının rahat tedarik edilebiliyor olmasına dikkat edin. Cappucino çok tercih edilen bir model olduğu için internette ya da yedek parça mağazalarında uyumlu/orijinal parçasını bulmak kolay. Ne kadar özenle bakarsanız bakın, motosikletiniz için muhakkak bir gün parça ihtiyacınız oluşacaktır.
- Rodaj sürecinde özenli olun. Cappucino sürüşüyle ilgili bu zamana kadar hiçbir sorun yaratmadı. İstop etmedi, çalışmamazlık yapmadı. İyi bir rodaj motoru uzun süre kullanabileceğiniz anlamına geliyor.
- 2023 model motosikletlerin birçoğun olduğu gibi anahtarsız çalıştırma için kumandayı muhakkak motosiklete tanımlayın. Genelde sıfır motosikletlerde bu yapılmamış oluyor ve sürüş esnasında alarma bağlı sürekli dörtlüleriniz yanıyor. Anahtarsız çalıştırmada dilerseniz anahtar da kullanabiliyorsunuz.
- Cappucino’nun en sevdiğim yönlerinden biri de bagaj kapasitesi. Sele altı bagajı 1 adet açık kaskı rahatlıkla alabiliyor. Ayrıca sepeti de 1 adet yarım ya da küçük boy kağpalı kaskı alabiliyor. Bazı üst model motosikletlerde bile bu kadar hacim yok. Yani piknik günleri ya da sahil aktiviteleri için ideal.
- Cappucino’yu Temmuz 2024 itibariyle düşünürsek 125 cc modeline kadar B sınıfı ehliyete sahip herkes kullanabiliyor. 125 cc altı için direkt kullanıma izin veriliyor, 125 cc için ufak bir sürücü kursu ders olayı var.
Arora Cappucino 50’nin serüveni bir gün son bulacak. Macerazade’nin birçok yazısı başlangıçta Cappucino’nun bizi ulaştırdığı yerlerden esinlenerek yazılacak. Sonrasına bakacağız.
Tekerinize taş değmesin. Sevgiler. 🛵
Bir yanıt yazın